7 Ocak 2016 Perşembe

Başörtüsü Namus Değildir, Başörtüsüzlük De Namussuzluk Değildir


1.”BAŞÖRTÜSÜ NAMUSTUR” SÖZÜ HAKKINDA


Başörtüsü namus değildir, Namus namustur. Başörtüsü Başörtüsüdür, Örtü de örtüdür. Yaka da yakadır, üzeri de üzeridir.

Başörtüsüne kaynak gösterilen kuran ayetleri, ilk nuzül zamanından 19 yıl kadar sonra gelmiş... “Başörtüsü namustur” sözünü icat eden veya ağızdan ağıza taşıyanların mantığa göre şöyle de olması gerekir: <<Sahabe 19 sene namussuzdu, kimse de bir şey diyemedi, kuranın 19.senesinde birileri açılmayı abarttığı nedeniyle "örtünüzü yakanın üstüne örtün" ayeti geldi>> öyle mi? Hayır.

Namus, Tevrat’ta “düzen” anlamına gelir. Günümüzde bir bez parçasının saça giyilip giyilmemesine namus denmesi, bu söyleyişin varlığını sürdürmesi, aksinin de namussuzlukla çağrışır bırakılması taşrasal-cahilliktendir. Özellikle taşralı erkek, kadına olan spesifik heyecan duygusunun bahanesi olarak bu "baş örtüsüz imge"yi görür. Çünkü görüntüye göre basit ve ilkel genellemelere maruz düşünmeyen bir insandır.

Bakınız, insan örtündüğü, ve biyolojik planına muhalefet ettiği, düşündüğü de için allah tarafından takdir edilmiştir. Bu noktaya göre "bedeviliğe yakınlaşma", "insanlıktan uzaklaşma"nın ölçülerinden birisidir.

Fakat Burada konu örtünme konusu değil, başörtüsünün doğru konumlandırılmamasıdır.

Bu cahillerin dünyasında "başörtüsüz bir vakur kadın" potansiyel ahlaksızdır ve genelde bu kadınlara yaklaşımları bu yargılarını ele verir. Ve "örtülü fakat yılışıklara" ise ahlaklı şeklinde yaklaşırlar. Hatta uzak dururlar. Bu aslında başörtünün cahil erkekten korumanın bir aracı olabileceği dışında bir fikir vermemektedir.

Aslında, insan, görgüsü ne kadar sağlam, ve "duyguların varoluş veya harekete geçişi"nde ne kadar irade ve perspektif sahibiyse o kadar insandır demektir. Asıl amaç da bunlar olmalıyken, düzeni baş örtüsüne indirgemek zihnin etrafında döneceği kısıtlı alan olmasına ve basiretten yoksunluğa dairdir. Hem bu alanı kısıtlar, hem bu kıt alanı doğrurur. Hem sebep, hem sonuçtur.

“Düzenin bozulması”nı (hangi düzense) kadının saçının örtünmesinde görenler, bozulmaya yüz tuttuğunu iddia ettikleri kendi dönemleriyle eski (sahabe) dönemlerinin çok farklı halde olmadığını bilmezler. 19 yılı da bilmezler, hiç sahabe rivayeti okumaz, okuyunca da alttaki yorumlarında dikkatlerini vermeleri şartlandırılan yönlere şartlanır, kendi gözlem ve fikirlerine şahit olmazlar. Çünkü hiçbir şey okumazlar, ve kendi hayatlarında da düşünerek anlayarak hareket etmezler.

Sonuç: Başörtüsü namus değildir; ve daha önemli sonuç örtmeyenler Namussuz değildir! Başörtüsü düzenin teminatı veya kendisi değildir. Üstünde durulmaya değer yanı yoktur. Allahın sınırları kuranda geçenlerdir, orada baş örtüsü emir değil DE KI YAKA ÜSTÜNÜ ÖRTELER'dir. Allahın sınırları örfler değildir. Başörtüsü, kadın-erkek çekimlerinin dengeleyicisi de ASLA değildir. Başörtüsü, asla CİDDİYE VE GÖRGÜ de değildir. Bugün tamamen örtünen başörtülü ülkelerdeki erkeklerin halini çalışmayanlar, asla bu konuda hakkı (yeterince) teslim edemeyeceklerdir. O çekimsel denge davranışlarla ilgilidir. Nice başörtülü kurcu, nice örtüsüz haysiyetli ve ileri derecede ciddi, ketum ve asil insan gördüm, buna her devirde şahit olunur, bunu inkar eden gözlem-körüdür.

Kuranda baş ve saç kelimeleri yoktur, ve zorbalıkla değil, "de ki" ile beyan olunur: Saç baş kurâni değil örfi bir konudur; kuran örfe saç ve baş kelimelerini kullanmayarak alt sınır çizmiştir, o da mümin kadınları "örttürmek" bile değil, mümin kadınlara "yakalarınızın üstünü ört demek"ten bir gram fazla değildir. Bu ayet nuzul sebebi de, bir takım kadınların açılışta ileri gitmelerinin etkisi olduğu muhakkak ihtimal dahilindedir. Zira ayetler daima olay ve durumlara göre gelirler.

Yani, ayetlerde baş ve saç yoktur, kadının toplumdan soyutlanması zaten yoktur. Tersi durumlar vardır.Uygulama sahabenin uygulamasıysa zaten, rivayetlerde birbirini tanıyan hatta aynı yerden abdest alan insanlar vardır. Ve, bu tarihi-ortamda kesin bir adap ve görgünün olduğunu hayal edemeyenler için, bu bugün bile sapıkça bir örnek olarak görülmektedir. Hâlbuki sapık daha doğrusu hayal ufukları dar olanlar, kendileridir, sahabe veya nakleden şahıslar değilerdir.

Rivayetler esas alındığında ki farklı rivayetlerin bezer olması “bütün bütün bilgi içermediklerini iddia” travmatolojinin konusu olabilir, doğruluk payları olduğuna işaret eder. Hangileridir, tartışılmaz, zira amaç tespit değil, rivayet bulutsusunu doğru yerde, zanni olarak konumlandırmaktır. Zira bilginin aşamalarında zan daima ilk adımdır, sonra bilgi gelip gelmeyeceğini bilmediğin için “zannı hiç etme” diye bir prensip yoktur ve anlamsızdır. “Zanların çoğundan sakının” sözünün yanlış yorulmasıdır.

Peygamberlerin eşleriyle ilgili durumun genelleştirilerek satılması şovenizmi: Travmatolojik, zalimce geçmişe sahip toplumda, peygamber gibi bir etkiye; hitap, doğruluk ve ağırlığa sahip kişi karşısında riyakarca bir tutuma girip emredilenin ötesine bürünülmesinden daha doğal bir şey olmadığı da muhakkaktır....

Peygamber öldükten sonra yaygın iddia edildiği şekilde "eşleriyle evlenilmesini önlemek" maslahatından ziyade, cahil ve bedevilerin onlara yaklaşmasını engellemek ve "onlar aracılığıyla saygınlık ve etkinlik devşirmelerinin önünü almak" amacıyla -ki bu en yaygın bir ahlaksızlıktı- olduğunu düşünüyorum. Yani namahremiyetsel değil “siyasi” olduğunu düşündüğüm peygamber eşlerinin “tepeden tırnağa ve eve kapanma” şeklinde rivayet edilen örtünme ve tecrit şekillerinin (aynen öyle olduysa) mecbur koşulmasının hiçbir mantığı ve gerekçesi yoktur, ilaveten, yeni bir din oluşturmak anlamına gelir.

Devamlı, en kolay bahanelere sarılıp hiçbir şey yapmadan oturmanın, yokluğu doğrulamanın bahanesini üretirler. varlığa da yokluğa da anlamadıklarından söverler. Ayırt edebilenlerin değil, “ayırt edemediği için benzeten” bugünkü taşralı ve eski bedevilerin genelde bu yönde algıladığını biliyoruz.

Mealen 9:97 - Bedeviler inkâr ve münafıklık bakımından daha beterdirler. Bununla beraber Allah'ın, Resulüne indirdiği (hükümlerin) sınırlarını bilmemeye daha yatkındırlar. Allah alîmdir, hakîmdir,

Müminlerin vasıflarının eksikliği... Bu "Taşralı hal", insanların kalabalıklaştığı ve tarımdan ticaret yoğun geçim tarzına geçildiği şehirlerde dahi (o vasıfların eksikliği nedeniyle) etkiniğini devam ettirir.. Hatta bazı savaşların sonucu olarak, savaştan kaçanların sözlü ve pratik hayatı etkisi altına alarak, cahillerin dinde söz sahibi ve mirasçı olması da bunda etkilidir. Ayrıca, savaşlarda kölelerle ilgili dosdoğru olunmaması, doğru yaklaşılmamasının da etkisiyle bir sürü yanlışın zincirleme devam etmesiyle de ilgilidir... Zaten pek çok savaş ve anlaşmazlık, ve dahi rabbin insanları dost kılmaması, veya onlara hidayet vermemesi, öncekinin kaşınması-büyüsü etrafında gelişir; başka şekilde geliştiği az görülür... "İnsanların çoğu" ile ilgili "ihsan ve ihlastan uzaklık"la ilgili olgular da bu işi körükler ve besler...

Kuranda birebir geçmeyen "baş ve saçın örtüsü” veya “namus" İslami yükümlülüklerin aracı isimleri değillerdir. İslami yükümlülükler, kuranda kendi kelimeleriyle var olup sabittir. İslamda hassasiyetin, zuhdün takva kavramının, doğru sözlülüğün, özetle “müminlerin vasıflarının” ve “onların tevhidinden sadır olan vaziyetin” yeri vardır. Şuna da dikkat: "Ne kadar örtünür ve toplumdan uzaklaşılırsa o kadar takvadır" diye bir İslam yoktur!  Bu türlü, Müslüman (bozuntuları) heryerdedir, hepmizin içindedir. Bu sahte din, (sadece bu değil, sayısız mantıksız ve ölçü bilmez haliyle) köleleştirilmiş toplumlarda alıcı bulan ve toplumları olduğu yerde debelendiren bir dindir.


2.BUGÜNKÜ "DÜZEN"LERDE (SÖZONA) ŞERİAT! VE ESKI DÜZEN

Afganistan, Suudistan, veya bugünkü “şeriat devletleri” denen ülkelerin (şeriat devleti diye de bir yönetim şekli tarih, kuran, hatta rivayet açısından yoktur!) çok yönden İslami metinlerle hiçbir ilgisi yoktur.İlgi yönleri de kelime ve söz öbeği itibariyle olmaktan öteye geçmez.

Bilirsiniz ki Kuran Arapçadır, beşer dilindedir. Orda geçen kelimeler de, "Ebu cehilin beynindeki kelimeler" de sesteştir. Fakat kelime tertibi ve algılanışı farklıdır. Bağlam ilgilieri atlanmaz, ÖR: kuran, insan deyince ne olduğunu unutturmaz, bir efendilik taslayan inasn portresi, bir firavun, karun örneği hayallerde çizilemez...

Hayallerde oluşturduğu ufuk farkı kurandaki TEVHID DOĞRULUĞUdur. Zaten ilahi olan "tertip doğruluğu"dur, beşeri dilde olması değildir. Allah beşer dilinde değil "yaratma dilinde, kanun=tevhid dili ile, dil üstü kanun" aracılığıyla insanla konuşur. Kuran metni ve beyanı, o dilin yansıtmasıdır. Güneşten aya aydan da bize yansıyan ışık gibi... "Allah kelamı" deyişi mecazidir. Zateni Kelamullah yani "allahın sözü" ile kastedilen, TEVIDdir, konuşulan arapca değildir.

Tarihteki, gönüllülerden oluşan bir şehrin düzenidir, mekkedeki evlerinden geçim yerlerinden zorla göçtürülmüş ve kaldıkları medinede de barınmamaları için de uğraşılmıştırlar. Ticaret yapmaları engellenmiş, kalan akrabalarına cahiliye devri davranışları sürdürülmüştür, sürdürülmekteydi. Yani, “Devlet zoruyla oluşturulmuş bir sahabe düzeni” yoktur. Kuran baştan sona anlamdır. Akıldır, fikirdir: Tevhiddir akıllıca öğüt, teşvikçi müjde ve koruyucu uyarıdır.

“Toplumda Kadın ve erkek” bağlamında: diğer bir konu, küçük bir şehir devlet olan "medine"de, kadın ve erkeklerin biliştiği ve görüştüğü rivayetlerle sabittir. Bu iddiayı evlilik, kadın erkek bahisleriyle ilgili rivayetlerden olduğu gibi kurandan da gözlemek mümkündür. Zaten bilişip görüşmeseler, evlilik piyasası işlemezdi. Şunu biliniz ki “görmeyici usulü” adını taktığım "görücü usul"ün orada olmadığı kesindir, insanlar hem görür hem başkalarını görüşünü alırlardı.

Başkalarının görüşünü almaya görücü usulü DENEMEZ. Sanki görücü usulü başkasının görüşünü almakmış, başka bir yönü yokmuş gibi reklam edilmektedir. Hatta ki sanki kurtuluş ve saadet kendi yol ve örfleriyle mümkünmüş gibi insanları "görücü usulcüler ve usulsüzler" diye bölüp nitelemektedirler.

Gerçi, aslında usulsüzü kınamalarının kendi cahil toplumlarında bir gerçekliği vardır. Yani boş kafalı insanları, görücü usulü uyuglanmayınca, "hiçbir yordamı olmamak" şeklinde ortada ne yapacağını bilmeden kalmaktadırlar. Bu kala kalmak hengamesinde, ne yapıp edip çifleşecekler ya, başka yöre ve millette, etrafta ne örf görseler (onu da olduğundan ve dengeleyici unsurlarından arındırarak, indirgeyici ve asılsız şekilde, heves yönleriyle uyugulamaları ile) onu taklitle karaktersizleşme sonucu da sıklıkla gözlenmiyor değildir... Bu apayrı ve uzun bir konudur bu kadar dokunuş yeterlidir, atlayalım..

Sahabeli toplumda kadın ve erkek hakkında durumlar: Herhâlde kadın erkek iç içe olmasa, konuşmasa, aynı ortamda bulunduğu da gerçekleşmese, "aynı odada yanlız kalıp eğleşmek için bahane aramayın" diye bir dustur rivayeti olmazdı değil mi?

Veya erkeklerle kadınlar bir arada hiçbir yerden başka yere gitmeseydi “erkekler kadınların ortasında yürümesin” gibi bir tavsiye olmaz değil mi?

Kadınların çalışması.. Kadınlarla erkekler hemen hemen AYNI işleri yaparlar. Ekmek yapmak, buğday öğütmek, sağmak, su getirmek, ticaret o devrin işleridir ve evin dışıdna herkesin arasında yapılır. Tüm rivayetler bunları doğrular.

Bakınız bunlar rivayetlerin güvenilirliğinden bağımsız olan, uydurma bile olsa uydurulduğu gerekçe ve dönemdeki hayal dünyasının ahvalinden haber vermektedir.

3.KURAN VE RIVAYETIN FARKI

İnsana rivayetten zarar gelmez, yeter ki:

-Kuranın, sözlü ve salahlı olarak-süreklilikle- metin ötesi nakledildiğini ve hadisten farklı olduğunu kesin olarak bilsin.

-Hadise akaid bina etmemsini, hadislerin tercüme ve nakil ve süreksizlikler dolayısıyla birikimli hataya maruz olduğunu kesinlikle bilsin.



4.DİNDE("Düzen Görüsü"nde) BULUNAN KAVRAMLAR NELERDİR? RECM NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Ne anlama geldiği bilmedikleri başka bir kelime ve söyleyiş olduğu aşikârdır ki, "NAMUS=DİNdir" derler, yanlıştır. Bazı mezhepler bu duruma çanak tutmamıştır da değil!

Namus kelimesi etrafında hayattaki konular açıklanamaz; hele kadın fahişe olurken zinakar erkek müşrik olamıyor, toplum onu hiç yaftalamıyorsa.

İslamda kuranda gündem nedir? Hangi üst başlıkla özetlenebilir? Bu kelime namus değildir, bir şey de değildir. "Müminlerin Vasıfları"dır. Kadın erkek ilişkilerinde ciddiyet, örfi hiyerarşi, yalansızlık, maslahatlılık vs. tavsiyesi vardır. MÜMİNLERİN VASIFLARI vardır. Din bunlardır, namus düzen demektir, "düzen dindir" demek hiçbir anlama gelmez. "Kuş kuştur, it ittir, çiçektir" demekten farklı değildir.

Toplumdalrda önemli olan günahlar, trend yapan günahlardır, bunlardan sakınılmalıdır. Hiçbir devirde bir günah en önemli günah haline gelmez, hiçbir iyilik en iyi iyilik anlamına gelmez. "İylilik ve kötülükte piyasa" kavramı burada geçerlidir.

Bir de men edilen, yapıldığında ceza öngörülen "zina" vardır, ve karşılığı <>dır. RECM, Yahudi ve Hristiyanlarda İslam öncesi dönemde uygulanan, şimdi onların da uygulamadığı bir fiildir.

Kuranda RECM olduğunu iddia eden, muhtemelen sonradan Müslüman olanlar (veya Yahudi Hristiyan veya onların metinleri-kültürüne aşina olanlar) "kuranda o ayet vardı ama keçi yedi" şeklinde iddiacı ve işgüzar gerekçeler ileri sürmüşlerdir. Bu yolla RECMi kurana sokmaya çalıştıkları biliniyor.

Hatta öyle ileri giderler ki, "AZHAP suresinin bir ayeti eksik, o da RECM yapın diyordu" derler. Gerçekten yeni din uydurmaya çalışmanın ileri safha bir örneği. Dinde olsa olsa şartlı kısas vardır RECM kısas değildir, İslam’da yeri YOKTUR.

Zinanın cezası :
NUR SURESİ:2 -  Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine YÜZ SOPA vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah dini(ni tatbik) hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın! Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya ŞAHİT olsun
Bakınız bugün tüm dindarlığına(?) rağmen cezasız hale getirilen zinanın basit cezasına bile adeta siyasi olarak, farklı kaygılarla acımaktadırlar. Veya gündemlerini teşkil edememektedir. Adeta bunun gibi durumlar için ayette "acımayın ve sopalayın" diyor.

Bir de “Evliyle bekârın zinası aynı olur mu?" diyenler...  "Cezası farklı olmalı” diyenler... Bu gibi iddialarla yukarıdaki temelsiz batıl inancı ve tahrifatı doğrulamaya çalışanlar olduğunu görüyoruz.

“Rızalı zina” ile “rızasız vaka”ları ayırt etmeden bunu çözmeye çalışmaları ayrı bir ilginç.

Elbette bir farkı var! Evli olan ek olarak çocukları ve karşılıklı akrabaları ŞAHIT OLACAĞINDAN “NurSuresi2” farklı bir ceza haline otomatik olarak dönüşür! Ayeti okumuyorlar ki, ayetin unsurlarının değer ve cezai karşılığını hayal edemiyorlar ki. Bu yüzden cezayı yetiremeyip mutlaka fazlası var demektedirler.

Bunlar biraz da "mirası devralan kelamın güncel sahibi din avamının, ötekindeki yükümlülük azlığı, dışarıdan görünen 'günah özgürlüğü'ne olan kıskançlıklarından"dır. Bu da ayrı bir konu lakin bu kadar değinmek yeterlidir.


5.MÜMİNLERİN SIFATLARI

Müminlerin sıfatlarından bir kısmı şöyledir:

  • Allah ve Resulüne güvenirler,
  • Kuranın mesajına duyarlı davranırlar.
  • Gaibe İman ederler. Yani hayatın her kademe ve anında bilmedikleri olduğunu (kibirsizlikle, içten içe) bilirler.
  • Zekâtları hakkıyla verirler. Maddi ve manevi(veya davranışsal olarak) infak ederler.
  • Yalan söylemez, hataları üstünde (ısrar bakımından) durmazlar. (Kendilerince) Yüzleşirler.
  • İnsanların söylemediğini onlara söyletmez.Sözün doğrusuna, naklin bire-bir olanına itibar eder, çarpıtmazlar.
  • Zina yapmazlar. Furkan 68  (Bunun adı namus korumak değildir. Namus, ibranicede ve eski Yunancada düzen demektir ve bunlarla ilgisi yoktur. Anlam yüklemesiyle elde edilmiş uydurma bir anlamı vardır. "Emanet yani namus için yemin eden, bizden değildir. [Ebu Davud])
  • Tevazu sahibidirler, cahillerle tartışmazlar... Furkan 63
  • Toplantıda iken ciddiyetsizlik sergileyip, izin almadan gitmezler... Nur 62  (yani kibir alametinden de kaçınırlar)
  • İnananlara 'sen mümin değilsin' demezler... Nisa 94
  • Detaylara girip kendilerini zor duruma sokmaya çalışan mücadelecileri sırdaş edinmezler... Al-İmran 118
  • İsraf ve cimrilik etmezler... Furkan 67.
  • Faydasız işlerle uğraşmazlar... Müminun 3.
  • Salahlarını ciddiyetle yaparlar... Müminun 2. (Namaz kelimesindense orijinali olan "Salah’ı öneririm)
  • Bazı toplumsal fikirlere, gözlemlere açıktırlar, (bknz: kuranda "toplumsal olgular").
  • Biraz da bunların sonucu olarak, gayretli de olurlar...



*Fakat GAYRRET GAYRET telkiniyle havalanmaya çalışmazlar (yani yapay gayretli=hırslı değil, sonuç olarak gayretlidirler; sıfatlarda eksik gedik bırakmamayla sıfatlarda tekâmül edilir).



6.İSLAMİ AÇIDAN ÖLÜMÜ DİLEMEK

İçinde bulunulan durumun zorluğu fark etmez, İslam itikadı açısından ölümü dilemek yanlıştır. küfre götürür... Bir de baktığımızda yaş ilerledikçe (insanlara anlatılan din miktarı çoğaldıkça) dinden uzaklaşılıyor. Din özdür, az olandır, zanni olmayandır, insan fıtratı da öz ve aza açtır.

Mümin olan kimse, "bilmediğinden yüz çevirir, zan âlemine dalmamak maslahatı ile, veya asıl anlamlarını ileride bilmek üzere".

Kendi kusuru ve hali cinsinden fehmetmemek maksadıyla, öğrenme ve öğretme yolundan çıkmaması gerektiğini hatırlar. Kendini kandırmaz. Ne için delil ararsa ona dönüşeceğini bilip, dikkatli olur. Ümitsizliğe delil aramaz.

Ve varlığın birliğini görecek iç temizliğe ulaşır, varlıktaki benzerlikleri keşfeder ve olay ve durumlardaki farkları ayırt eder. Hüsranı görür, iyi işler yapar, doğru sözü teşvik eder, ve bunlarda sabrın önemini bilir…


6.MÜRTED EFSANESİ

Mürtet “dönen” "dönek" anlamındadır. Bu söz ıstılahlaştırılmıştır, özünde "doğal bir dil kelimesi"dir ve öyle kalmalıydı. Istılahlaştırma çok defa körleştirmedir.

Mürtet dendiği zaman, kim neyden dönmüştür sorusu da akla gelmelidir. Neyden dönüldüğü, bugünle dünün insanlarının ve olaylarının (nitelik) farkı akla hayale gelmelidir. Gelmezse zulumlere girilmesi her zamanki gibi mümkün olacaktır. Hem de bir kelime üstünden ve onun basit adi tanımı ve algılayışı üstünden yeni bir din kurulmuş olduğu anlamına gelecektir. Eskinin sözünü aynen tekrar eskinin dinini sürdürme değil yozlaştırmadır. Eski dinin kelimeleriyle yeni bir din kurmaktır. Temelde bu halin, "Eski Tevrat Rivayet Dini"ne bezediğini söylemek mümkündür.

"Dönek"in 1400 yıl önce ne anlama geldiği de bilinmelidir. Peygambere, aslında bir şahsa değil, zalim düzene, köle düzenine savaş açan peygamber ve etrafındaki (eski) köle, genç ve acizlerle, biraz onlardan göründükten sonra(münafıkca) SAVAŞAN, ÖLDÜREN, veya savaşan ve ölüdrenlere söz ve bilgi taşıyan kişidir.  Günümüzde münafık ve mürtet, eskisi gibi anlam ve durumlarda değildir, ki karşılığı da "eskisi gibi" olsun, kaldı ki eskisi bile (doğru dürüst) bilinmezken.

Bunlar düşünüldüğünde "mürtet öldürülmelidir" şeklinde iki durum için de söylenebilecek bir kanun YOKTUR. Yani bugünkü tarikatlerin bu konudaki yolu sapkındır. Sapıktır. İslamsızdır.. Kaldı ki kuranda mealen, "sürekli dine girip çıkanın hükmü", "ciddiye alınmaması"dır. Öldürülmelerinin akıldan geçirilmesi bile akla kalbe ziyandır.

Bu iki durum ele alındığında BUGÜN mürtet diye bir kavramı diline dolayıp bununla etiketlenenleri ÖR: kominist, alevi ben Müslüman değilim, hırıstiyanim, falanım, marksiztim vs. diyenleri öldürmenin lazım geldiğini iddia etmek cehalet ve küfürdür. Bu genelde kapalı toplum tarikatlarda söz konusudur.

Hani ideal mükemmel bir düzen ve insan olduklarını içten içie düşünmeleri(zannetmeleri), tüm baştan aşağı şirklerine rağmen herşeyi yerli yerinde yaptıklarını sanma takıntıları, bunda da bir zor ve uç bir şeyler (genelde de öldürmek gibi uç şeyleri) yapmanın şeref ve haysiyet artıracağını düşünürler.


İtikadi bir geri zekâlılığın da işaretidir ki insanın miras olarak dinini alması ile cennete gireceğini kuruntulamasıdır. Önce mürşik yetişilir, bunlar ekseriyetle müşrik yetişip orada kalıyor. Cehalettir, çünkü ilkel-benzetme yoluyla kendisinin bugünkü yolunu peygamberin içinde yürüdüğü yol sanırcasına, liderini perygamberin kendisinin reankarnasyonu sanırcasına -ve bunu fiiliyatta yaparlar, sözde kül bırakmazlar- ve "mürtet" dediklerini, kendilerine kendi kaynanalarından fazla hiçbir art niyet beslemediği halde, hiçbir savaş içerisinde olmadığı halde öldürmeyi fikir ve itikad edinirler. Bu barbarlıkla "nakil kitabı ehli şirki" olurlar...

6 Eylül 2015 Pazar

Türklüğün Ne Alemde?

Ey Türkiyenin özellikle belli yaş altı çoğunluğu,

Birkaç nesildir edinmekte olduğun"Yeni Türklüğün" Ne alemde?
Belki farkında değilsin ama senin davranış anlayış, söz kalıpların olarak Türklüğün genelde amerikan filimlerinden toplama bir Türklüktür. Veya kısaca TOPLAMA KAVİMCİLİK'tir.

Bunun böyle olmasının nedeni basittir, bir şey okumuyor yazmıyorsun ama bol bol izliyorsun, kendi haline de, yakınlarındaki hallere de, dünyaya da seyircisin.

Seyirci olanla gözlemci olan bir değildir. Gözlemci olan yüzleşebilir, kendini görebilir. Seyirci olana zillet müstahaktır.

* * *

Eskilerin iyi kötü hallerini anlatan hikayelerle olan zayıf münasebetini, asılsız münasebetini de kaşımak istemiyorum zira onlarla da yüzleşmiş değilsin. Bir kısmını çok iyi ya da bir kısmını kötü olarak etiketleyip yaftalayıp adeta bir daha dönmemek üzere tarihin eski hafızasına terkettin.
Çünkü heralde bıktın. Ya da yoruldun. Çünkü nasıl iyi gözlemci olunur bilmiyorsun, ve sabırsızsın. Tez canlısın. Kötü sıfatları kendinde toplar gibisin; Öğrenmeni engelleyecek şartları kendine koşmuşsun, ve şartlandırılmışsın.

Ama aslında o kadar kötü değildin, bunun adı "KENDINE HAYRIN YOK"tur. Böyle giderse topyekün ve açıkça da kötü olursun. Bu olguyu göremeyecek kadar kendin ve kendin olduğunu sandığın tarihteki insanlar genelleme, indirgeme ve teorilere sahipsin. Kafan boş olsa daha iyiydi, dolmaya aday olurdu ama hem öyle bir doldurucu da yok, hem boş değil; yanlışlarla dolu.

Sana da başkasına da yaptıkalarından (ve yapmadıklarından) başkası dönmemektedir, hal böyleyken aklını başına topla. Onu bunu şurayı burayı suçlama, senden daha hayırlı olanın hakkını teslim etmemezlik etme. Yoksa doğruyu arayanlardan da, bulacaklardan da olamazsın.

Elbette bu seslenişin bir anlamı yok. Bu sadece kuru ümitle bir seslenmedir.

18 Haziran 2015 Perşembe

Quran Mohammad In Western Mind: Simply A Result of Political Propaganda

Jesus & Trinity in the Quran.Understandable why Churches & Some Jews made up & spreaded lies about Islam & Mohammad, in the early times of Mohammedian Islam: 

11 Şubat 2015 Çarşamba

30 Eylül 2014 Salı

"People Try" Might Mean "People Experiment"

Along with the growth (from childhood to 30s) most people don't, really don't, have to get into those try-fails of stupidities to understand them. (But without no ones guiding, it is meant to happen for many to learn... In fact they can even learn better, though...However it is a waste of time, so better skip this without trying. Useful books are the best, classics are good, for everyone to read).

31 Ağustos 2013 Cumartesi

It Is A Challenge Not To Rage

This is just a usual reaction in a gaming communty, after had a very usual defeat.


It is a Challenge not to Rage or flame in an ordinary Online Game.Is not it?

An addicted good player "breaks badly" shows immaturity in his words... Is it difficult to Celebrate when you loss, celebrate when you win? It is not just a game, it is a reflection of a set of behaviors in people's daily life, I tihnk.

I always comes cross this sort of things more frequently from Turkey or Balkan States. It must also be somehow a cultural thing as well..